9 Aralık 2024
18-mart

 

Ramazan Kara

“Çanakkale geçilmez” dedirten bir direnişin sonucu olan Çanakkale Zaferi hakkında; ne kadar çok şey söylesek, ne kadar çok şey yazsak az kalır bence. Çanakkale’de yapılan direniş, vatan sevgisinin üst noktasıdır çünkü.
Çanakkale’de gösterilen direnç; asker veya sivil, şehit düşen her bireyin bedenlerinin şehit, ruhlarının gazi olma durumudur.
Çanakkale’de savaşan bir İngiliz subay “14-15-16 yaşlarında, ölü askerler vardı ve inanın ölülerin, yüzleri gülüyordu. Kaybedeceğimizi ilk kez, o gün hissettik” diyor, Çanakkale Zaferinin özeti, “Ölüme gülerek gitmenin” en somut delilidir bence.
Bu yüzden ben; “Ne Çanakkale’den geçilir, ne de ÇANAKKALE GEÇİLMEZ dedirtenlerin ilkelerinden” diyorum.
Çanakkale’de toprağa düşen her can; gözlerimize düşen yaş, yüreklerimize düşen acı, düşüncelerimizde filizlenen vatan sevgisi ve bu vatan için gözünü kırpmadan canını veren şehitlerin torunu olmanın şeref madalyasıdır.
Bir şehidin torunu olarak ben, o duyguyu en yoğun yaşayanlardan biriyim. Benim dedem, adını bile bilmediğim bir savaşta şehit olmuş ve yerini bile bilediğim bir mezarda yatıyor.
Bildiğim tek şey, vatanseverliğini şehit olarak kanıtlayan dedemin nasıl şehit düştüğü. İlginizi çekeceğini düşünerek, dedemin şehit olduğu anı, rahmetli amcamın anlattıklarının ışığında anlatmak istiyorum. Ona da dedemle birlikte savaşıp gazi olan bir yakını Gazi Dede anlatmış.
Atatürk ile aynı cephede savaşan Gazi Dede’nin, amcama anlattıklarını şöyle özetleyebilirim:
-Düşman çok kalabalıktı. Biz, düşmana göre yok denecek kadar azdık. Ölü sayısı o kadar çoktu ki, basacak toprak bulmakta bile zorlanıyorduk. Savaş sırasında, Ahmet’in (dedemin) böğrüne bir ağrı saplandı ve yere düştü. Biz yaralandı sandık ama ağrı içeriden geliyordu. Kemal Paşa, onu çadıra yatırıp yanına tabip göndermelerini söyledi. Biraz sonra, bir baktık ki Ahmet yanımızda kurşun atıyor. Kemal Paşa ona “Ahmet, tabip geldi mi?” diye sordu. O, “Yok paşam, ben zaten öleceğim. Birkaç kurşun daha atıp öyle ölmek istedim” dedi ve birkaç dakika sonra şehit oldu.
Bir yanda, asker bile olmayan bir sivilin adını bilen orduların başkomutanı Mustafa Kemal, diğer yanda tabip gelse canını büyük olasılıkla kurtaracağını bile bile ölüme giden dedem ve dedem gibiler.
Dosta, düşmana “Çanakkale Geçilmez” dedirten güç bu güçtür işte.
Dedemin, hangi savaşta şehit düştüğünü; ne Gazi Dede, ne amcam, ne de ben biliyoruz. Gazi Dede, “Düşman çok kalabalıktı. Biz, düşmana göre yok denecek kadar azdık. Ölü sayısı o kadar çoktu ki, basacak toprak bulmakta bile zorlanıyorduk” dediğine göre o savaş, Çanakkale Savaşları veya Büyük Taarruz olsa gerek.
Keşke, 100 yıl önce birileri, Çanakkale’den geçmek isteyen kan emicilere “Karşınızda vatanı için canından vaz geçmeye hazır binlerce vatansever ve başlarında Mustafa Kemal gibi bir komutan varken Çanakkale geçilmez” deseydi de o kadar can yok olmasaydı.
Keşke, Çanakkale’den geçmeyi başaramayan sülükler, ülkemizi işgal etmeden önce “Çanakkale’yi geçilmez kılan gücün, Anadolu’da çığ gibi büyüyeceğini ve sonları olacağını” anlayabilseydi de binlerce insan ölmeseydi.
Çanakkale o zaman geçilmedi. Yıllar geçse bile asla geçilemez.
“Çanakkale Geçilemez” söylemi, aynı zamanda “Hiçbir güç, bu ülkeyi işgal edemez” ve “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” söylemidir çünkü.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere “Çanakkale Geçilemez” dedirten şehitlerimiz ve gazilerimiz, o gün “O anı yaşayanların düşüncelerinde bir mum olan vatan sevgisinin, gelecek nesillerin düşüncelerinde bir güneş olmasını” sağladılar.
Bu yüzden ben, bir kez daha “Ne Çanakkale’den geçilir, ne de ÇANAKKALE GEÇİLMEZ dedirtenlerin ilkelerinden” diyorum.