3 Kasım 2024
Ramazan Kara

Aşağıdaki yazıyı, 26.12.2013’ta yazmıştım.
O günden bu yana, nelerin değiştiğini veya değişmediğini değerlendirmeniz dileğiyle yeniden yayınlama gereği duydum.
Bilindiği gibi Adalet ve Kalkınma Partisi, kurulduğu günden bu yana “3Y” günlük yaşamımızda çok kullanılır oldu.
Günlük yaşamımıza “3Y” söylemi girdiği günlerde, benim aklıma “Yozlaşma, Yalancılık, Yalakalık” sözcüklerinin kısaltılmışı da gelmişti.
Bu konuda önümüzdeki gülerde yazmak üzere bugün, diğer “3Y”konularına değinmek istiyorum.
İlk çağlardan bu yana; “Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar” hep olagelmiştir. İlerleyen yıllarda insanlık bu “3Y” ile savaşabilmek için başka bir ”3Y” oluşturan “Yasama, Yürütme ve Yargı” organlarına yetki, sorumluluk ve destek vermeye başlamıştır.
O günden bu yana da; yolsuzluğu önlemek veya cezalandırmak yargı, yasakları kaldırmak veya düzenlemek yasama, yoksullukla savaşmak da yürütme organının görevi olmuştur.
Her ne kadar “3Y” denilince akla “Yoksulluk, Yolsuzluk, Yasaklar” sözcüklerinin ilk harfleri gelse de ben bugün sizlere kendi “3Y” anlayışımdan daha çok söz edeceğim.
Benim “3Y”em olmadan, iktidarın 3Y’sinin yaşama geçirilmesi mümkün değil çünkü.
Benim 3Y anlaşışım; az önce de söylediğim gibi “Yasama, Yürütme, Yargı” sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor.
Ülkemiz çok büyük bir yolsuzluk ve rüşvet söylemiyle çalkalanırken; bir yandan ülkeyi yönetenlerin bir takım çeteleşmeden, muhalefette bulunanların, daha önce Ergenekon-Balyoz gibi davaların soruşturma aşamasında kimilerinin yaptıklarını eleştirdikleri halde, masumiyet karinesini hiçe sayarak suçlayıcı söylemlerde bulunmalarını benim aklım almıyor.
Bana göre bu durumda; Yasama, Yürütme ve Yargı’nın başkanları başta olmak üzere, cumhurbaşkanından sıradan vatandaşa, siyasi partilerimizden sivil toplum kuruluşlarına kadar herkesin el ele vererek bu durumda ne yapılırsa net bir sonuca ulaşılacağı üzerinde kafa yorması gerekir.
Bu işin sonu, nereye kadar uzanacaksa uzansın, kimlere ne hüküm verilecekse verilsin. Suçlunun mu suçlayanın mı haklı olduğu en erken zamanda ortaya çıkarılmalıdır.
Bu süreci yönetmenin yerinin; partilerin yandaşlarının toplandığı kalabalıklar değil bağımsız yargı organları olduğunu, çoğumuz değil hepimiz benimsemeliyiz.
En azından, ülkemizde yapıldığı öne sürülen en büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yapılırken “Nasıl suçlarız?” yerine “Nasıl, sağlıklı bir süreç yaratırız?” düşüncesinin ön planda olması gerekir.
Hırsızın, soyguncunun, senden olanı-benden olanı olmayacağı göz önünde bulundurularak gerçeklerin ortaya çıkması için uygun bir ortam yaratılmalı ve en sağlıklı sonuca bir an önce ulaşılmalıdır.
Söylenenler doğruysa suçlular, bakan çocukları olsalar bile “Yasalar önünde herkes eşittir” cümlesinin boşuna söylenmediğini herkese öğretmeliyiz.
Hepimiz insanız. Hepimizin, peşin hükümlerimiz ve ön yargılarımız olabilir.
Ancak şu anda hepimizin; seçim döneminde bir sandık başkanı, bir partiye oy verdiği halde bunu kimseye belli etmeden seçimlerin sağlıklı yapılmasını ve sonuçların olduğu gibi ortaya çıkmasını sağlıyorsa hepimiz öyle davranmalıyız.
Elimize bu fırsat geçmişken, her zaman olduğu gibi birbirimizi suçlamak yerine varsa yolsuzlukların üzerine hep birlikte gidelim. Yoksa yolsuzlukla suçlananları hep birlikte aklayalım.
Elimizde net deliller varsa bunları soruşturmayı yürütenlere iletmeli, geçerli bir belgemiz yoksa da toplumu kutuplaştırıcı söylemlerden özenle kaçınmalıyız.
Hepimizin ailemiz var. Hepimizin dostlarımız, kardeşlerimiz ve çocuklarımız da var. Yalancının, namussuzun, hırsızın, senden olanı-benden olanı olmadığı gibi iftiracının da olmaz.
Şu anda ortada; her şeyi göze alarak “Elinde; içlerinde üç bakanın oğlunun da olduğu bir takım kişilere soruşturma açacak kadar belgesi bulunduğunu” öne süren bir savcı ve bu suçlamaların “Bir komplo olduğunu” söyleyen bakanlar ve başbakan var.
Öyleyse hepimiz, birbirimize meydan okumak yerine el ele verelim ve bu soruşturmanın bir an önce sağlıklı bir biçimde sonuçlanmasını sağlayalım.