Ramazan Kara

Her ne kadar vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, Suriye ve Suriyelileri; birkaç yıl önce başlayan veya yabancı güçlerin, Suriye’deki muhaliflere destek vererek başlattığı iç savaştan sonra tanımaya başlasa da ben, yıllardır tanıyorum.
İlkokul dördüncü sınıfta öğrenci olduğum yıl, büyük ağabeyim öğretmen olarak Şanlıurfa’ya atandı ve yarıyıl tatiline geldiğinde bana çok güzel bir kaban getirdi.
Kabanın Suriye’den kaçakçılık yoluyla getirenlerden alındığını öğrendiğimde, aynı zamanda hem “Suriye” diye bir yer olduğunu hem de geçimini; mayın tarlalarında veya jandarma kurşunuyla canının vermeyi göze alarak sağlayan ve kaçakçılığı meslek edinen insanlar olduğunu öğrendim.
Hatay Eğitim Enstitüsü’ne öğrenci olarak gidinceye kadar Suriye ile ilgili pek çok şey öğrendiğim halde “Suriye” denilince ilk aklıma gelen nedense hep “kaçak mallar ve kaçakçılık” oldu.
Antakya’da okuduğum yıllarda, Suriyelilerin de bizim gibi insanlar olduğunu, aradaki en büyük farkın “onların Arapça, bizim Türkçe konuşmamız olduğunu” da öğrendim.
Hem Suriyeli, hem de akrabalarının çoğu Suriye’de yaşayan, bir bakıma Suriyeli sayılan Antakyalıları tanıdıkça bu düşüncemin ne kadar doğru olduğunu gördüm çünkü.
O günlerde, Antakya’da da kaçakçılık yapılıyordu ve yurdumuza kaçak giren ürünler neredeyse “sudan ucuz” satılıyordu.
Bir gün, Suriye pazarından ülkemdeki fiyatının üçte birine aldığım şekerin Türkiye’den Suriye’ye gittiğini ve oradan kaçak yollarla ülkemize girdiğini görünce, yediğimiz kazığı düşünerek çok şaşırmıştım. Hala da şaşkınım.
Suriye’den ülkemize gelen bir takım insanların, yürek parçalayan durumunu görünce hep o gün aldığım şeker aklıma gelir.
Suriye’nin ekonomik durumu ve orada yaşayanların refah düzeyini bilmiyorum. Yazımda o konulara girmeyeceğim için Suriye ile ilgili herhangi bir araştırma da yapmadım.
Ben, daha çok Suriyelilerin ülkemize geliş yöntemine ve ülkemizdeki durumuna değineceğim çünkü.
Suriye’deki iç karışıklıklar, iç savaşa dönüştürülmeden önce, orada yaşayan insanların ülkelerinden göç etmeye teşvik edileceklerini veya göç etmek zorunda kalacaklarını çocuklar bile tahmin ettiği halde; savaş kışkırtıcıları, bu duruma zamanında neden önlem almadılar?
Neden, o insanlar, ülkelerinden çıkmadan nasıl istihdam edilecekleri ile ilgili gerekli çalışma yapmadılar? Neden, lüks evlerde oturup lüks arabalarda gezenler ile çöplerden yiyecek toplayıp sokaklarda yatanları aynı yerde yaşamak zorunda bıraktılar?
Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar ve savaşı kışkırtan ülkeler; Suriye’yi terk edecek insanlar ile ilgili bir takım kararları önceden alamazlar mıydı?
Bu kararlarda; o insanların, nasıl barınacakları, beslenme sorunu başta olmak üzere masraflarının nasıl karşılanacağı ile ilgili sorunların nasıl aşılacağı sorgulanamaz mıydı?
Bu konularda gerekli adımlar atılmadan neden kapılarımızı, ardına kadar Suriyelilere açtık?
Başta Birleşmiş Milletler Örgütü olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri ve iç savaşa destek olan diğer ülkelerin Türkiye Cumhuriyeti’ne gerektiği gibi ekonomik destek vermediklerini görünce, acaba “Madem bizim bu konuda kararlarımız olmadan, sınır kapılarınızı, sonuna kadar açtınız öyleyse masraflarını da karşılayın” mı denilmek isteniyor? diye düşünüyorum.
““Yahu Ramazan öğretmen, “Koyun can derdinde, kasap et derdinde” iken sen neyin hesabını yapıyorsun?”” dediğinizi duyar gibiyim.
Elbette oradaki insanlar, ölüme terk edilemezdi.
Bu nedenle en azından kadınlara ve çocuklara kapılarımız açılmalıydı.
“Mehmetçiğin, gerekirse Suriye’ye girip savaşması” gibi senaryolar yazmak yerine ”Erkek olup eli silah tutanlara da, “Tutacağınız tarafı iyice belirledikten sonra ülkenize gidin ve savaşın” diyebilirdik.
Suriye’ye olan yakınlığı nedeniyle Mersin’de de binlerce Suriyeli yaşıyor.
Doğal olarak, o insanlardan benim de tanışıp konuştuklarım var. Konuştuğum insanları, yaşadığım olayları ve aldığım duyumlarla harmanlayınca, ortaya pek çok Suriyeli tip çıkıyor.
Suriyelilerin yaşadıkları ve yaşattıkları sorunları, başka bir yazımda ele alacağım için şimdilik değişik yaşama biçimlerine değinmekle yetineceğim.
Büyük bir çoğunluğu, güler yüzlü ve cana yakın olan Suriyelileri, yaşam koşullarına göre gruplara ayırmak gerekirse;
Bir grup az önce de belirttiğim gibi lüks evlerde oturup lüks arabalarla, genellikle trafik kurallarına bile aldırmadan geziyor. “Bir eli balda, diğeri yağda “olanlar yani.
Diğer bir grup, çöplerden yiyecek toplayıp sokaklarda yaşıyor, parklarda yatıp kalkıyor.
Başka bir grup; sokaklarda işportacılık yaparak veya çöpleri toplayıp satarak kıt kanaat geçiniyor.
Diğer bir grup, dünyanın en eski mesleklerinden biri olan dilenciliği veya hırsızlığı seçmiş.
Sayıları çok az olsa da diğer bir grup, kadınlarına bedenlerini zorla sattırarak elde ettiği gelirle geçiniyor veya kadınlar, bedenlerini kendi istekleriyle satarak geçinme yolunu seçiyor.
Benim çok saygı duyduğum başka bir grup daha var. Onlar da; kazanacağı paranın az veya çok olmasına bakmadan, herhangi bir iş yerinde, belli bir ücret karşılığı çalışarak alın teriyle geçinip gidiyor.
“Emek en yüce değer” olduğu için ben, en çok onlara saygı duyuyorum.